PATLICANIN DİBİ
Hali vakti yerinde bir adamın bir tek oğlu varmış.
Nasıl olsa adam zengin, oğlunda da para çok… para da çok olunca, ahbap da çok oluyor… yiyorlar, içiyorlar, hoş vakit geçiriyorlar.
Babası diyor ki:
– Oğlum, ahbabın olsun. Hayatta bir tane ahbabın olsun!
– Baba benim ahbabım var!
– Oğlum sağlamına bak!
– Baba ahbaplarım iyi…
Fakat babası, çocuğuna ille bir ahbap tutması için ısrar ediyor.
Çocuk kızıyor.
– Baba! Benim ahbaplarım sağlamdır. İstediğin gibi kontrol edebilirsin!
– Peki, öyleyse oğlum!
diyor babası.
Bir koç kesiyor. Bir çuvala koyuyor…
– Gece el ayak çekildikten sonra, en güvendiğin ahbabının kapısını çal… Ahbabına de ki: “Elimden bir kaza çıktı, şunu beraber kaybedelim.” Bakalım ne diyecek?
Oğlu, gece vaktinde, sırtında çuvalla, gidiyor en güvendiğine…
– Elimden bir kaza çıktı, şunu beraber kaybedelim! diyor.
– Çabuk… çabuk… çabuk… Şimdi polis çağırırım bak! çabuk… bak devriye geliyor, haber veririm. Çabuk kaybol buradan…
diyor.
Ötekine gidiyor aynı.
Öbürüne gidiyor, yine aynı cevaplar.
Güvendiği beş altı ahbabı varmış, hepsine birer, birer soruyor hepsi de reddediyorlar, şiddetle kovuyorlar adamın oğlunu.
Babası;
– Oğlum, senin ahbabların bitti mi?
diye soruyor.
– Oğlu umutsuz… bitti baba!
diyor…
BABASININ YARIM AHBABI
– Benim de diyor, şu görünen köşenin altında, on numarada… biliyorsun ya, hani Behçet amcan var…
– Evet?…
– O benim “yarım ahbabımdır!” Ona bir uğra bakalım. De ki; “Babam selam söyledi, elinden bir kaza çıktı. Bunu kaybedecekmişsin.”
Çocuk gidiyor, kapıyı çalıyor.
– Kim o?
– Behçet amca benim!
Babasının ahbabı açıyor kapıyı…
– Ne o oğlum?
– Babam selam söyledi… Elinden bir kaza çıktı…
demeye kalmadan… adam;
– Gel içeri…
diyor. İçeri alıyor çocuğu.
Hemen oralara bakıyor, damla-mamla, kan-man, bir envare olmasın! İçeri alıyor, kapıyı örtüyor, evin arka tarafındaki bahçeye gidiyor.
Çocuğa bile, taşıttırmıyor, hemen alıyor omzundan.
Kazma-kürek getiriyor. “yengen falan duymasın, çocuklar uyanmasın, hele sen iyi dikkat et” diyor… çocuğa bile kazdırmıyor. Kürüyor, kazıyor, kürüyor…
Patlıcanlar varmış, evvela onları usulca alıyor öteye… derin bir çukur yaptıktan sonra, çuvalı çukurun içine koyuveriyor. Üstünü kapatıyor, getirip patlıcanları yerine dikiyor, bir de su veriyor oraya.
Tekrar bir daha muayene ediyor, damla-mamla, kan-man, envare olmasın diye…
Sonra:
– Oğlum! Babana çok selam söyle… unutsun aklına da getirmesin. Sen de ağzına sahip çık! Kimseye bir şey demeyesin, bu iş bitti! Müsterih ol! Ne yapalım, kaza…kaza…
Çocuk şaşırıyor.
Nasıl böyle bir “yarım ahbab” olur? diyor. Cinayeti üstüne alan bir ahbab… nasıl yarım olur!?
Çocuk bunları düşünürken ertesi gün oluyor.
Babası oğlunu yanına çağırıyor…
– Oğlum, bak! Behçet Amcan var ya, falanca kahvede oturur. Emsalleri, ahbapları çoktur. Sen emsaline ahbabına bakmayacaksın. Orda, ona uzun boylu hakaret edeceksin. Laf atacaksın. Yap, istediğin kadar rezillik yap!
Çocuk gidiyor. Babasının söylediklerini fazlasıyla yapıyor.
Behçet amca ise:
– Sen benim yeğenimsin, beni sevdiğin için yapıyorsun.
diyor, başka laf yok…
Çocuk dönüyor babasına gidiyor.
– Baba! Hiç kızmadı.
– Peki oğlum,
diyor.
Aradan bir gün geçiyor. Babası oğluna yine diyor ki:
– Bugün yine git. Bu sefer sandalye falan fırlatacaksın…
diyor.
Çocuk gidiyor, uzun boylu hakaretler ediyor, adamcağıza sandalye çekiyor…
O yine;
– Sen benim yeğenimsin.
diyor, başka laf yok!
Çocuk çaresiz yine dönüp geliyor.
Bir gün daha geçiyor aradan, babası yine yolluyor çocuğu. Bu sefer daha ağır hakaretler, küfürler, tehditler ediyor. Artık canından usandıracak kadar ileri gidiyor.
– Eee… oğlum! Bu kadar yükleniyorsun ama bak…
diyor.
– Ne olacak yüklenirsem? Sen alçaksın, rezilsin, işte şöyle adamsın…
diyerek veriyor odunu…
En nihayet:
– Oğlum! Hiçbir şey olmasa baban ile aramızda olan hukuku da bilmiyorsan…
demeye kalmadan,
– Eee… n’olacakmış…
diyor! Yine basıyor kalayı…
Bu sefer Behçet amcası da cümlesini tamamlıyor:
– Oğlum, hiç olmazsa patlıcanların dibini düşün!
deyiveriyor.
Kahvede de sivil memurlar böyle takip ederlermiş.
Patlıcanların dibi… haksız yere hakaretler… derken, bunda bir iş var diyorlar, usulca karakola davet ediyorlar.
İyice sıkıştırıyorlar… ses yok.
Çocuğu getiriyorlar, babasını çağırıyorlar, mesele epey uzuyor.
En nihayet babası diyor ki:
– Efendim… Ben çocuğuma ahbabın nasıl olacağını anlatamadım. Nihayet fiilen böyle bir şey gösterdim ki ahbabın ne demek olduğunu anlasın. Patlıcanın dibi nereyse… ben koç kesmişim, başka bir şey yoktur!
diyor.
Hangi patlıcanın dibi olduğunu adam yine söylemiyor.
– Söyle, söyle!
diyor çocuğun babası.
Gidiyorlar, açıyorlar bakıyorlar ki, hakikaten bir koç kesilmiş, çuvalın içine koyulmuş… başka da bir şey yok!
YİĞİT AHBAB ODUR Kİ…
AHBABLIĞINI MUHAFAZA EDE!
Sıkıştığında veya zarar göreceği zaman yahut başka herhangi bir değişik durumlarda; yaptığı iyiliği… değil diline… aklına bile getirmeyen, tam ahbaptır.
Biraz sıkışınca dile getirene “yarım ahbab” demişler…