Ekonomide “DEVLETÇİLİK” ve “SERBEST PİYASA” Kandırmacası
Vatan üzerinde, milletin belirli kurallar içinde yaşamasını sağlayan ve milletin kendisi tarafından idare edilen sisteme DEVLET denilir. En başta gelen görevleri “GÜVENLİK”, “ADALET” ve Milletin “REFAH”ını sağlamak olmak üzere milletin tüm ihtiyaçlarını karşılamak konusunda sorumludur.
Milletin ihtiyacı doğrultusunda sanayileşmek ve üretim yapmak da devletin görevleri arasında görülebilir. Bu tamamen devletin ve milletin sahip olduğu imkanlara bağlıdır.
Bu gün savunma sanayisinde devletin üretim ve teknolojinin içinde bulunması mecburiyeti bu sorumluluğun gereğidir.
Yerel yönetimler ve belediyecilik mevzusuna da bu gözle bakmak gerekir. Zira yerel yönetimler denilen üretim ve hizmet sektörünün ana merkezlerindendir.
Serbest Piyasa Ekonomisi…
Devletin, ekonominin ve üretimin dışında kalarak sadece denetleyici görevinde olması fikri, serbest piyasa ekonomisinin gereklerindendir.
Bilindiği üzere serbest piyasa ekonomisi, emperyal düzenin sömürü aracı olarak ve devletlerin üzerinde baskı oluşturabilmek için dünya üzerinde yürürlükte tutulmaktadır. Halkların faydası gözetilmek için değildir.
Bir ülkenin kalkınması, güçlenmesi ve dünya üzerinde söz sahibi olması için, o ülkede sanayileşmenin olması şarttır. Bu faaliyeti devletin mi yoksa milletin mi yapması gerektiği tartışması, kanımca iyi niyetli bir tartışma değildir. Bu tartışmanın odağında çıkar kavgası ve/veya nemalanma kaygısı yatmaktadır.
Önemli olan adaletin tesisidir.
Devlet eliyle yapılan işlerde şahsi çıkar maksatlı yolsuzluk, yönetmemezlik, yandaşlık ve sorumsuzluk sorunu kadar, özel sektör eliyle yapılan işlerde fahiş kârlanma, düşük maliyet için kaliteden taviz ve tröstleşme vb. sorunlar mevcuttur ve bunların tümü milletin sömürülmesi içindir. Üstelik planlıdır ve düzenlidir. Bu nedenle teşebbüs, devlet yada özel girişim de olsa, öncelik adalet olmalıdır, öncelik millet olmalıdır.
Daha derin bir bakışla…
Dünya ekonomisi 1500-1600 yılları arasında yaşanan fiyat devrimi ile şekillenmiş, sanayileşme 1800’lü yılların ilk yarısında ortaya çıkan sanayi devriminden sonra başlamıştır. Söz konusu her iki gelişme de dünya üzerinde gittikçe güçlenen belirli odakların yönetiminde gerçekleşmiş ve bugünkü sömürü düzeni o günlerden temellendirilmiştir.
Dünyada, gerçek anlamda özel sektör diye bir şey yoktur.
Dünya üzerinde ki sanayi üretimleri emperyal/sömürgeci odaklar tarafından kontrol edilmektedir. Bu odaklar, hammadde, enerji, işçilik ve pazar ihtiyaçlarına göre kendilerince en uygun coğrafyada, kendilerine bağlı şirketlere üretim yaptırmaktadır. Asıl üretim kendilerine aittir.
Zaman zaman kontrol altına aldıkları devletlere de, imkanlarından ve kaynaklarından faydalanmak amacı ile üretim yaptırmaktadırlar.
Gerek devletler, gerekse kendilerine bağımlı şirketler olsun… kullanacakları her argümanı öncelikle muazzam bir şekilde borçlandırırlar ve bu şekilde kendilerine tam bağımlı hale getirirler.
İstiklal ve istikbal mücadelesi
Bağımsızlık iddiasında ki devletler yada milletler, istiklallerini ve istikballerini garanti altına almak amacıyla ve bir başkaldırı olarak sanayileşmeye yöneldiğinde bu odakların saldırıları ile karşılaşırlar. Bu saldırıları göğüsleyebilecek devlet yapıları ve milletler, iddialı oldukları alanlarda gerçekleştirecekleri üretimi, bazen devlet eliyle, bazen de devlet imkanları ile koruma altına aldıkları özel teşebbüslerle yaparlar.
Burada iş diye nitelediğimiz şey esnaf, zanaatkar yada küçük işletmeler değildir. Sanayi ve Tarım üretiminden, perakende sektöründen ve hizmet piyasasından ve de büyük kapasiteli işlerden bahsetmekteyiz.
Bağımsız olarak hiçbir kişi yada şirketin, tek başına KOBİ boyutlarının üzerine çıkması imkanı dünyanın hiç bir yerinde yoktur. Hatta büyük boyutlu KOBİ olması bile çok ama çok zordur. Bunu başardığını iddia edenler ya bilerek itaat etmektedir ya da bilmeyerek kullanılmaktadır.
Özel sektörde bir girişim, büyümek için ya emperyal sisteme adapte olmak zorundadır yada (eğer varsa) bağımsız devletin himayesinde bulunmak zorundadır.
Atatürk’ün öldürülmesi ve sonrasında tüm girişimlerinin teker teker kapatılması da dahil olmak üzere, Sultan Abdulhamid de dahil olmak üzere, Menderes’in idamı da dahil olmak üzere, Karlofça ve Balta Limanı Antlaşmalarından beri, Cumhuriyet öncesi ve sonrası Türkiye’ye yönlenen tüm saldırıları bu açıdan da okumak, geleceği yönetmek adına mecburidir.
Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı…
Mustafa Kemal’in uygulamaya aldığı DEVLETÇİLİK ilkesinin ortaya konulduğu tarih 1931 senesidir. 1929 Büyük buhran yıllarından sonra ABD’nin Türk tarım ürünlerine kota uygulamaya başlamasından sonra uygulamaya girmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın parti programında ki ilkeler; “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” olmak üzere dört tanedir ve 1927 senesinde programa girmiştir. 1927 yılına kadar 1923 yılında ilan edilen “Dokuz Umde”si söz konusudur.
(https://www.duruvizyon.com/dokuz-umde/)
“Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkeleri 1931 Mayısında programa alınmıştır. Uygulamalar da bu tarihlere paralele seyretmiştir.
Atatürk döneminde kurulan birçok sanayi tesisi –ki birçoğu savunma sanayi üzerinedir- ölümünden sonra seri bir şekilde kapatılmıştır. Atatürk döneminde başlayan borçlanma yine 1938 sonrası Türkiye’de hızlanarak muazzam şekilde artmış, devleti bağımlı hale getirecek birçok uluslararası antlaşma imzalanmış, ülke küresel emperyal odakların hegemonyasına hızla düşürülmüştür.
Gerçek bağımsızlığın, bağımsız ekonomik güçlülükten ortaya çıkacağını fark eden Menderes, sanayileşme üzerine, kaynak çeşitliliği de yaratarak ciddi adımlar atmaya gayret etmiş, netice olarak, milletin devşirilmiş evlatları tarafından idam edilmiştir.
Aynı mücadeleye girişen Özal da, aynı şekilde devşirilmiş kendi evlatlarımız tarafından şüpheli bir ölüme yollanmıştır.
Bir dönem Erbakan tarafından da bağımsızlık teşebbüsünde bulunulmuş, başarıya ulaşma eğilimi üzerine, bu teşebbüs, bir darbe vasıtası ile derhal sonlandırılmıştır.
2002 yılında iktidar olan, ne var ki, ancak 2010 yılından itibaren muktedir olmaya başlayan Erdoğan ise, daha önceki tecrübelerden çıkarılan derslerle ve gerek Ergenekon davaları gerekse 15 Temmuz sürecinde büyük ölçüde temizlenmiş devlet kadroları ile bugün itibariyle ciddi bir irade ortaya koymaya başlamıştır.
Özellikle 2013 senesinde devlete ait dış borçların tamamen ödenmesi ile devlet üzerine kurulan hegemonyalar yıkılmış, istiklal ve istikbal mücadelesinin önü açılmıştır.
(https://www.duruvizyon.com/imf/)
Türkiye son 5 yıldır küresel ölçekte, ortalama boyutlu girişimcilerini himaye edebilecek duruma gelmeye başlamıştır.