HUCURAT SURESİ 14.NCÜ AYET-İ KERİME HAKKINDA…
Medine civarında yaşayan bir kısım Arablar, savaş ve yayılma dönemine giren ve ganimet elde etmeye başlayan İslam Devleti’nde imtiyaz sahibi olabilmek için Allah Rasulüne gelerek;
“Biz iman ettik.” dediler.
Onların bu tavrı üzerine bu ayet inzal oldu:
De ki: “İman etmediniz. Fakat siz, silm olduk (sizinle barıştık) deyin. Henüz iman, kalblerinizde dahil olmadı (yerleşmedi).”
…
Ayette geçen “eslamna” sözcüğü, Sin-Lam-Mim fiil kökünden “silm” fiilinin, if’al kalıbında geçmiş zaman 1.nci çoğul kişi çekimi fiildir.
“eslemna” : “silm olduk” yani “barıştık” anlamındadır.
SİLM sözcüğü, en genel tanımlama ile “barış” manasına gelmekle birlikte;
“Huzur ve sükuneti bozacak hallerden kaçınarak, barışın tesisinden yana olma. İçinde olunan duruma itaat etmekle, tartışma çıkarak mevzular çıkarmama, sorun yaratmama” anlamındadır.
…
Yani, “Biz iman ettik” diyen Arablar için mealen denilmiştir ki:
“Siz iman etmediniz. Sadece bize karşı barış içindesiniz.
Gerçekten iman etmiş olabilmeniz için, imanın kalblerinizde yer bulması gerekmektedir.”
…
Buradaki “eslemna” fiilini, “islam” şeklinde tercüme etmek isteyenler olmuştur.
İslam sözcüğü;
Allah indinde geçerli olan hakiki din-i mubin’in özel ismidir. Bu kelime, yine (Sin-Lam-Mim) kökünden if’al babında türemiştir… fakat (Lam-Elif) harfi ile yazılır.
Dolayısı ile… söz konusu ayette geçen “eslemna” sözcüğünün din-i mubin İslam anlamında kullanılmadığı, “silm” fiilinin çekimi olduğu ve “barıştık” anlamında olduğu açıktır.
…
Ayrıca;
Al-i İmran Suresi 102.nci ayette olduğu gibi… birçok ayette;
iman edenlere, İslam olmaları açıkça emir edilmektedir.
Bu ayette “eslemna” sözcüğünün İslam olarak değerlendirilmesi, hem bu ayetlere hem de Kelam-ı Kadim’in bütününe ve bütünlüğüne muhalefet olacaktır.
…
İman etmek;
birisinden duyulan bilgiye kesin olarak itimat etmek… bu bilginin doğruluğunu, şüphesiz olarak kabul etmek demektir.
O dönemde de, Allah Rasulü‘nün beyan ettiklerine ve inzal olan ayetlere, hiçbir şüphe içinde kalmaksızın, tereddütsüz olarak itimat etmeye, “iman etmek“…
bu kimselere de “mu’min” denilmiştir.
İslam, şahadet dinidir. Ancak ve ancak, şahitlik halinde İslam mertebesine ulaşılabilir.
İman edenlerin, yani Allah Rasulüne ve inzal olan ayetlere şüphe ve tereddüt etmeksizin kabul ve itaat edenlerin… iman ettikleri şeyleri, kendi varlıklarında ve kendi yaşamlarında bizatihi şahitlik derecesinde tespit etmelerine İslam denilir.
Şöylece örneklersek;
Allah’tan başka ilah olmadığını, Muhammed-ül Emin’den (sav) duyarak, ona inandığı ve güvendiği için itimat edene “mu’min“ denir.
Allah’tan başka ilah olmadığını, kendi varlığında ve yaşamında bizatihi tespit ederek, bu gerçeğe sahit olan kimseye “müslüman” denir.
Görüleceği üzere; iman gaybadır. İslam ise müsbet şahitliktir.
Devr-i Saadet döneminde, Hz. Muhammed’in (sav) tebliğ ettiklerine… O’nun emin, güvenilir kişi olmasından ötürü itimat edenler iman etmiş kişilerdir.
Bu iman edenler içinde, bu tebliğ edilenleri, şahitlik mertebesinde kendisinde müsbetleyen ve yaşamları haline getirenler ise müslüman olmuşlardır.
Örneğin;
İslam tarihinde Hz. Ömer’den (ra), iman eden 40.ncı kişi olarak bahsedilir.
Bununla beraber Hz. Ömer, o kadar iman eden kişi içinde Müslüman olan 5.nci kişidir.
Nitekim;
Müslümanların 5 kişiye ulaşmaları ile İslam Dini yayılma dönemine girmiştir.
Bugün de dünya üzerinde Müslümanlar, 5 kişiye ulaşabilirse, İslam’ın 2.nci altın devri başlayacaktır.
İşte, Müslüman olmayı, İman etmenin altında konumlayan ve iman edenleri Müslüman olmak çabasından alıkoyanların kurduğu tuzak budur!
Bu anlamda, kaybedilen zaman ümmet-i Muhammed’e kaybettirilen zamandır!
Selamlar.