İçeriğe geç

Kızıl Elma’nın Kapısı: Misak-ı Milli

Türkiye’nin, Misak-ı Milli sınırlarımızın yeniden elde edilmesine yönelik plan ve stratejileri ciddiyetle ve hassasiyetle devam etmektedir.

Orta Doğu’nun Genel Durumu…

Bu gün Orta Doğu denilen, Osmanlı Bakiyesi Topraklar, yer altı ve yer üstü bütün zenginliklerin dünya üzerinde merkeziydi. Bu zenginliklerin 100 sene önce olduğu gibi, güncellenmiş bir paylaşım anlaşması ile yeniden düzenlenme zamanı gelmişti.

Buna yönelik olarak Osmanlı Bakiyesi Topraklarda Haçlı ve Siyonist aktörler tarafından, kendi elleri ile Terör Oluşumları hazırlanıyor, bölge karıştırılıyordu. Bu gün Ortadoğu olarak anılan bölgede oluşturarak besledikleri ve büyüttükleri bu terör örgütleri ile hem bölge halkları asimile edilecek hem de zamanı gelince Türk Vatanı üzerine planladıkları saldırı hayata geçirilecekti.

Osmanlı Bakiyesi Orta Doğu’nun mevcut zenginliklerinin yanında, Çin’in “Tek Kuşak-Tek Yol” adıyla planlayarak başını çektiği, yüzyılın İpek Yolu Projesi de bölgeye belki de sahip olduklarından daha fazla bir değer katacaktı.

Üstelik Ortadoğu, Anadolu ve Kuzey Afrika’nın arasında kalan Akdeniz’de muazzam bir hidrokarbon kaynağı vardı ki, bölgenin tüm zenginliklerinin kat be kat üzerindeydi.

Siyonist Haçlı Emperyallerin gözünde, bütün bu zenginlikler paylaşılamazdı.

Türkiye Misak-ı Milli hedeflerine yönelik stratejilerini güncellerken, Haçlı Siyonist Sömürgeci Düzenin sözde yönetenleri ise kontrolleri dışında kalan, üstelik henüz deşifre edilmemiş de olsa yer altı hidrokarbon kaynakları açısından da zengin olan Türkiye’yi bölmek, parçalamak ve küçük parçalar halinde paylaşarak kontrollerine almak için planlar yapıyorlardı.

Türkiye Cumhuriyeti’ne Bakış…

Türkiye ise tüm bu zenginliklerin gerçek sahibiydi ve üstelik bunu sahipliğinin artık bilincindeydi. Gelecek olan 100 yıl için hazırlanan yeni dünya düzeninde geçmişten beri sahip olduklarına yeniden kavuşabilmek için yegane başlangıç noktası, Misak-ı Milli sınırlarının geri kazanımıydı.

Misak-ı Milli ön hedefine ulaşabilmek için, bu gün dünyayı yönetecek kadar büyük güçlere sahip olan Siyonist Haçlı Emperyaller ile karşı karşıya gelebilecek güce ulaşmak zorunluluğu vardı. Bu güce üç noktada ihtiyaç duyuluyordu;

  • siyasi,
  • askeri ve
  • ekonomik…

 

Yeni Dünya Düzeni…

Türk Milletinin Yeniden Dirilişi devam ederken, geçen 100 yıl için yapılan anlaşmalar sona ermiş ve yeni dünya düzeni için savaşlar başlamıştı. Savaşın ana nedeni Anadolu, Akdeniz ve Osmanlı Bakiyesi Türk Toprakları olan Ortadoğu idi.

Ortadoğu, özellikle Irak ve Suriye, ısrarla karıştırılıyor ve mütemadiyen kaos ortamı yaratılıyordu. Ortaya çıkan belirsizlikler Türkiye için hayati önemde ulusal güvenlik sorunu haline dönüşmeye başlamıştı.

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, yıllarca, Türkiye’nin Güney Doğu sınırında Suriye ve Irak topraklarında bir güvenli bölge oluşturulmasını dile getirdi.

Siyonist Haçlı Terörünün Organizatörü ABD her seferinde buna karşı geldiği gibi, bazı konularda Türklere karşı zaman kazanarak oyalamak için ortaya attıkları vaatleri de yerine getirmediler. Bu vaatler zaten hiçbir zaman yerine gelmeyecekti. Çünkü ABD’nin önderliği görümünde ki Siyonist Emperyalist Sömürgeci anlayışın Türkiye’nin güney sınırlarının hemen arkasında oluşturduğu terörist yapının amacı, zaten, Türkiye’yi işgal etmekti.

İlk şaşkınlığı 15 Temmuz işgal girişimi sırasında yaşadılar…

O gece, Türk Ordusu içine son 40 yıldır bu görev için yerleştirdikleri satılmış teröristler, şehirleri ablukaya alıp, halkın tüm iletişimini engelleyerek karşı koyma direncini yok ederken, güneyden kolayca girip, basit bir şekilde işgalin gerçekleşeceğini sanıyor ve bunu planlıyorlardı. Ancak, operasyonun gerçek hedefi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yeterki siz dik durun… biz ölümüne, ölümüne” emrinden sonra Ordumuzun, Polisimizin ve özellikle Halkımızın içindeki kahramanlar bu planı sadece Siyonist güdümünde ki FETÖ nün saldırdığı şehirlerde değil, güney sınırlarımızda da bozdular.

O gece sınırlarımızı geçmek için bir araya gelmiş binlerce araçlık konvoylar, sınırlarımızın birkaç farklı noktasında kahramanca engellendi.

Ege ve Akdeniz’de ki adalarda konuşlanmış işgal orduları ve donanmaları arkalarına bile bakmadan dönmek zorunda kaldılar.

Suriye Topraklarında Askeri Harekatlar…

Ardından, “Türkiye yapamaz” dedikleri bir dönemde, “yok oldu” dedikleri Türk Silahlı Kuvvetleri, artık mecbur olduğu Fırat Kalkanı Harekatına başlayarak büyük bir zafer elde etti. 15 Temmuz İşgal kalkışmasından sadece 40 gün sonra 24 Ağustos 2016 günü başlayan harekatta Mare ve El Bab’ın Siyonist Haçlı unsuru teröristlerden temizlenmesi ile sınırdan yaklaşık 35 Km içeriye girilmiş oldu.

Afrin Zeytin Dalı Harekatı öncesinde Türk Hükümeti, ABD bürokrasisine sürekli olarak ikazlarda bulunmaya devam etti. ABD’nin kurmay askerleri Türkiye’nin kararlığını anlamak zaafiyeti içindeydiler. Harekat başladıktan sonra, yapacakları bir şey olmadığını fark eden ABD, eğittiği ve beslediği köpeklerinin Türk Ordusu tarafından yok edilişini sadece izlemek zorunda kaldı.

Türkiye’nin kararlığına ve Türk Ordusuna karşı etkisiz kaldığını açıkça gören ABD, Erdoğan’ın yıllarca dile getirdiği güvenli bölge konusunu gündeme getirerek Suriye ve Irak sınırı boyunca 20 Km’lik bir koridorun Türkiye’nin kontrolünde güvenli bölge yapılmasını kabul edeceklerini açıkladı. Hatta bu koridorun derinliğinin istenirse 35 Km’ye kadar çıkabileceğini ima etti. Bu mesafe Türk Ordusunun zaten bulunduğu derinlikti. ABD’nin bu açıklaması yine daha öncekiler gibi sadece bir oyalama ve zaman geçirme taktiği olduğu apaçık ortadaydı. Bu açıklamaya Türk Dışişleri temkinli yaklaşarak, teklifin inceleneceği kendilerine bildirildi.

Bu sırada Afrin Bölgesinde de Türk Ordusu, sınırımızdan 40 Km kadar içeriye girerek Fırat Kalkanı Bölgesi ile birleşen bir koridoru tamamladı.

Sıradaki hedefin, Membiç, Sincar ve tüm Kuzey Irak sınırı olduğu, resmi ağızlardan ve tam bir kararlılıkla açıklandı. Sincar Türkiye sınırından yaklaşık 60 Km içeride bulunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan “60 Km mesafede ki Sincar’a da operasyon yaparız” ifadesini defalarca kullandı.

Lozan Antlaşmasının Güncellenmesi…

Güneyimizde bunlar olurken, Türkiye Cumhurbaşkanı Yunanistan’a yaptığı ziyarette, mevkidaşına Lozan Antlaşmasının güncellenmesi gerektiğini anlatıyor ve bunu resmi olarak talep ediyordu.

Türkiye’nin uzun süredir Balkanlarda yürüttüğü diplomasinin ve stratejinin meyvelerini vermeye başladığı bir dönemdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretinden sonra, Türkiye’nin gerçek hedefinin Misak-ı Milli Sınırları olduğu artık iyice gün yüzüne çıkıyordu.

Bu noktadan sonra Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı hırçınlıklar yapması sağlanacak, Balkanlar karıştırılacak ve bölgede askeri önlemler alınmaya başlayacaktı.

Türkiye’yi Paylaşım Masasında İstemiyorlar…

Yeni dünya düzeni oluşurken kurulacak masaya oturacak bir Türkiye’nin, Suriye ve Irak ve İran’ın, önümüzde ki 100 yıllık paylaşımında öncelikle Misak-ı Milli’yi ön hedef alacağı artık kesinlikle biliniyor. Türkiye’nin Misak-ı Milli amacına sadece güney sınırlarında değil, Balkan sınırlarında da sahip çıkması masanın diğer oyuncularında panik etkisi yaratıyor.

Kaldı ki Kuzey sınırlarımızda da Misak-ı Milli içinde kalan topraklar için Türkiye’nin strateji geliştirdiğinin de artık farkındalar. Bu nedenle Emperyalist güçler Türkiye’yi masada tutmak istemiyorlar.

Masanın dışında kalmanın ancak masada menü olmak demek olduğunu bilen Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı zaferlerinden elde kazanımlarla, hem ulusal güvenliği için önemli adımlar atmış oldu hem de Türkiye masadan uzak tutulmasını imkansız hale getirdi.

Haçlı ittifakı bundan 100 sene önce ‘köpeği’ haline getirerek, İslam için tehdit olarak kurguladığı Suud Arabistanını harekete geçirmeye karar alacaktı. Geçen 100 yıl içinde, Siyonist Haçlı odakların desteği ile Vehabilik adında bir mezhep türeterek İslam’a ciddi darbeler vurmaya kalkışan Suud Arabistanı, Rusya’nın yeni dünya düzeninde, oyun planında ki yerinin daraltılmaya çalışılması ile ortaya çıkan konjonktürde, sahip olduğu petrol zenginliğini de emirlerine amade ederek artık Siyonist Haçlı Terörünün Ortadoğu’da ki tetikçisi olarak safını tutuyordu.

Üçüncü Dünya Savaşı…

Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin Ortadoğu’daki Terör Örgütlerine karşı başlattığı operasyonların başarılı sonuçlarından sonra, Siyonist Haçlı saldırıları artık Terör eylemleri şeklinden çıkmış ve bir dünya savaşı boyutuna geçmek aşamasına gelmiştir.

Rusya ve İran’ın bugün ortak hedef gösteriliyor olması ve geçmişten gelen müttefikliği, ikisinin bu gün aynı safta olmasına yol açıyor. ABD’nin Kuzey Kore üzerinden planladığı saldırıları gören Çin de bu ittifaka katılacağını resmen duyurdu.

Karşı tarafta ise ABD, İngiltere ve AB üyesi ülkelerden oluşan Siyonist Haçlı topluluğu konumlanıyor.

Bu nokta da NATO üyesi Türkiye’nin duruşu ve posizyonu çok önemli olacak elbette.

Siyonist Haçlı cephesinin NATO üzerinden yıllardır uyguladığı saldırılardan sonra 15 Temmuz İşgal girişimini de bu ittifakın organize ettiğinin ortaya çıkmış olması ve sonrasında da bu saldırının içimizde ki tetikçilerine halen daha sahip çıkıyor ve kolluyor olması, Türkiye’nin bu blokta yer almayacağını düşündürüyor.

Kaldı ki önümüzde ki günlerin Haçlı-Hilal savaşı olarak şekilleneceği de büyük ölçüde ortaya çıkmış durumda.

Kızıl Elma Türk Ülküsü için bir başlangıç kapısı olan Misak-ı Milli sınırlarımız, bu gün Haçlı İttifakı tarafından işgal edilmiş durumda.

Bu gün, bir yandan Ortadoğu’da ki Terör mücadelesinde ki işbirliğinden kaynaklanan İran ve Rusya ile ilişkileri, diğer taraftan NATO üyesi olmaktan kaynaklanan Batı ilişkileri dolayısı ile tarafsızlığını sürdürebilen Türkiye, oluşan iki cephe arasında arabulucu olarak mevzi almaya çalışıyor görünmekte. Ancak önümüzde ki günler de Orta Asya’da ki Türk Devletleri ile bir araya gelecek olan Türkiye’nin bu görüşmelerden sonra saf tutması beklenebilir.

Türkiye Hangi Safta Yer Alacak?

1800’lü yılların sonunda Osmanlı-Rus Savaşının Türk ve Rus Devletlerine verdiği ciddi zararlar düşünüldüğünde, Orta Asya Türk Devletlerinin Rusya ile olan yakın ilişkileri dikkate alındığında, üstelik Türkiye’nin, İslam’ın son kalesi olarak Siyonist Haçlılar ile tarihsel olarak karşı karşıya gelme vebali göz önünde tutulduğunda, yakın dönem için Türkiye’nin de Rusya, İran, Çin, bir avuç Arap Devleti ve Orta Asya Türk Devletleri ile aynı safta yer alacağını öngörmek yanlış olmayacaktır.

Orta Doğu denilen Osmanlı bakiyesi topraklar ve bu topraklarda yaşayan İslam mensubu halklar için ilk günden beri en büyük ve tek umut olan Türkiye, bu gün İslam dünyasını bir araya getirmeye ve görkemli günlere kapı aralamaya çok yakın görülüyor.

Osmanlı Devletinin bakiyesi olan topraklarda ve denizlerde 100 sene önce kaybedilen savaşın önümüzde ki 100 yıl için geri kazanılması mücadelesinde, Türkiye’ye yapılacak saldırılar Türk Halkının birliği ve beraberliği içinde bertaraf edilirse, gelecek yüzyılın hakimi Türkiye Devleti olacaktır.

Zafer Yakındır!

Ancak ne var ki, içeride ki Türk görünümlü devşirilmiş odaklar da bu yürüyüşü engellemek için görülmemiş oyunlar sergiliyor. Kurtuluş Savaşını, Anadolu Topraklarında verdiğimiz günlerde bile “mandacılık ve himayecilik” ihaneti ile, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olan Türk Devletini durdurmak ve engellemek için her oyuna başvuran satılmış zihniyetlerin bu günkü temsilcileri, vatanseverlik görüntüsü ile kendilerini kamufle ederek, üstelik inanmadıkları unsurlara üstün inanç duyuyormuş takiyesi ile, hala daha milli birlik ve bütünlüğümüze saldırmayı sürdürüyor.

Türklük ruhunu özümsemiş, İstiklal mücadelemizin kahramanı, mütedeyyin Türk Halkı, yüreğinde ki Allah İmanı ve İnsan Sevgisi ile 100 yıldır yaptığı gibi bundan sonra da içinde ki bu “engelli” zihniyeti idare etmeye muhakkak devam edecek ve İstiklal mücadelesinde olduğu gibi vatan topraklarını savunarak, mutlak zafere ulaşacaktır.

“YAKLAŞIYOR YAKLAŞMAKTA OLAN…
ALLAH’TAN BAŞKA BUNU AŞİKAR EDECEK OLAN YOKTUR.” 
(Necm 57-58)