İçeriğe geç
İsrailoğulları

Maymuna Dönüşen İsrailoğulları

Cumartesi günü anlamına gelen Arapça sebt kelimesinin, İbranice karşılığı “şabat” (şabbat)tır. Şabat, yahudilerin cuma gün batımından cumartesi gün batımına kadar süren haftalık dinlenme gününü ifade eder.

İsrailoğullarının cumartesi gününü ibadete ayıracaklarına ve çalışmayacaklarına dair söz verdikleri gündür. Cumartesi günü tatil olacak, namaz kılıp Allah’ı öven tespihatlar yapacaklardı.

“Ya Musa!.. Söyle ümmetine; Cumartesi günü denizden balık tutmayacak!” buyuruyor.

O muhitte de mutlaka balık tutmazlarsa, günlük iaşelerini temin edemiyorlar. Günün şartı öyle!

Öyle mi öyle! Pekala… Musa Aleyhisselam tebligatı yapıyor, Cumartesi günü ellerindeki ne ise, balık tutma araçlarını bırakıyorlar.

O gün de sahile öyle balık yığılıyor ki duvar gibi!  Karaya sıçrıyorlar! Birbirlerinin üstünden karaya sıçrıyorlar. Her gün akşama kadar iki tane, üç tane balık, bir kişinin eline zor geçerken, men edilip de onlar o meni dinledikleri gün balıklar duvar gibi geliyor sahile. Böyle sahile karaya sıçrayacaklar neredeyse!

Ne yapalım? Bakıyorlar, titriyorlar ama yasak!.. Yasak yasaktır.

Bir hafta böyle, iki hafta…

Cumartesi günü yasak,  Pazar günü yine serbest!..

Pazar günü gidiyorlar, atıyorlar oltayı, akşama kadar bir balık bulamıyorlar. Yasak günde duvar gibi, ertesi günde denizde balık yok.

Ne yapalım?!

Madem ki Cumartesi günü balık tutmak yasak,  biz de şöyle yapalım!

Geçiyorlar, denizin kenarına, derin derin kuyular kazıyorlar. Cumartesi gelip de, böyle şahlana şahlana karaya hücum etmek isteyen, yani o kadar böyle denizden kendisini gösteren balıklar o havuzun içine düşsünler de Pazar günü balık tutabilsinler! Çünkü,  o gelen balıkları tutamadığına gam yemiyorlar, ertesi günü balık yok denizde… Bir günde kayboluyor!

Sorulmaz, sorulmaz, sorulmaz!…

“Bunu niye böyle ettin” denilmez, denilmez! Ortağım olsa, derdim. Ortağım değil ki, hesap sorayım!

Bir kişi, bir kişiden hesap sormak için ancak ortak olmak lazım! Vekil hesap sorar, kul hiç hesap soramaz!

Bu bolluğu gören İsrailoğullarından bir kısım, deniz kenarına havuzlar kazıp balıkların içine düşeceği tuzaklar kurdular ve pazar günü havuzdaki balıkları aldılar. Böylece, kendilerini cumartesi günü avlanmamış sayıyorlardı.

İçlerinden aklı başında olanlar, buna karşı çıkmaktaydılar. Bunun Allah’ı kandırmaya çalışmak olduğunu söylediler. Ancak yapanlara engel olamadılar. Bu hileyi yapanlar kısa sürede zengin oldular. Kavmin neredeyse yarısı, yasağı bu yöntemle deliyordu.

Toplum böylece ikiye bölünmüş oldu.

Bu hileye başvurmayan kısım da ikiye bölünmüştü. Bir kısmı, yapılan işe sessiz kalıyor, diğer kısım ise bu hataya başvuranları bu yoldan döndürmeye, ne pahasına olursa olsun hakkı anlatmaya gayret ediyordu.

Bundan rahatsız olan yoldan çıkmış güruh, onlarla irtibatı kesme adına şehri ikiye bölerek yüksek ve uzun duvarlar ördüler. Artık kavim fiziken de ikiye bölünmüştü.

Doğru olanı tercih etmemekte ısrar edilince Allah’ın helakı geldi çattı. Şehrin bu yakasındaki kafirler, maymuna dönüşmüştü.

Şehrin diğer tarafında sesler kesilince duvardaki kapılardan geçip akrabalarını ziyaret etmek isteyenler şehri maymunların istila ettiğini zannettiler. Fakat akrabalarını evlerine gidince maymunların ağlayarak kendilerine yaklaştıklarını müşahede edince dehşetin farkına vardılar.

Asıl dehşet ise müminlerin olduğu tarafta yaşanmıştı. Allah, yapılanlara sessiz kalanları da maymuna çevirmişti.

Üç gün bu halde yaşadılar. Üç gün sonra toptan helak edildiler. Pislikleri, bir yağmurla Kızıldeniz’e döküldü.

Bu hadisenin Hz. Davud’un ümmetinden olan ve Kızıldeniz sahillerinde yaşayan Eyle Halkı için nâzil olduğu rivayet edilir.

Maymuna dönüşme hadisesinin, sadece ahlaken değil, fiziken de gerçekleştiği kabul edilmektedir.

Maymunlar, taklitçilikleri ile öne çıkan canlılardır. Aynı zamanda hile yapma kabiliyetleri olduğu gibi, yaşamlarını daldan-dala atlayarak sürdürürler.

Konu hakkında Kelam-ı Kadim’de şu ayetler geçmektedir;