İçeriğe geç
tek dünya devleti

Tek Dünya Devleti…

Darwin’in ortaya koyduğu Evrim Teorisi, insanın, milyonlarca yıl içinde, primatlardan ve özel olarak bugün var olmayan bir maymun türünden evrimleşerek bugünkü haline geliştiğini iddia etmektedir.

Aynı Darwin, başka söylemlerinde, insanın yaratılış teorisine uygun olarak Adem’den türediğini, daha önce cennette yaşam süren Adem ve Havva’nın, yaklaşık 55 asır önce dünyaya gönderildiğini de iddia etmektedir.

Anlaşıldığına göre Darwin’in, evrimleşerek gelen insan türü ile, Adem’in soyu olan insan türü aynı varlıklar değildir. Adem’in soyu olan insan türü özel bir ırktır. Adem’den Nuh’a, İbrahim’e ve torunu Yakup’a (yani İsrail’e) kadar gelmiş, bugün de İsrailoğulları (veya yahudiler) olarak devam etmektedirler. Evrim yoluyla ortaya çıkmış olan insanın, Adem soyundan gelen yahudi insanlar ile bir benzerliği ve bir eşitliği bulunmamaktadır.

Yahudilik, beşeri bir ırktır… ancak kalıtım yoluyla bu ırka mensup olunabilir. Yakup’un soyundan gelmeyen herhangi birisinin bu ırka mensup sayılabilmesi mümkün değildir. Yahudi ırkından olmanın başka şartları da vardır. Bireyin yahudi ırkına mensup olabilmesi için hem annesinin hem de babasının yahudi ırkından olması, anne ve babasının yahudi inanç ve törelerine göre meşru bir evlilik akdi içinde olmaları şarttır. Ayrıca birey, yahudi kalabilmek için, yahudi olmanın gerektirdiği yaşam şekline göre yaşam sürmeye devam etmek zorunluluğu bulunmaktadır.

Yahudiler, Hz. Süleyman’ın kurduğu devletin yıkılmasından sonra Kuzey İsrail Krallığı ve Güney Yahuda Krallığı olarak ikiye bölünmüşlerdi. Kuzey Yahudilerinin devleti, mö.740’larda Asurlular tarafından ortadan kaldırıldı ve bu devletin halkı güney Hazar coğrafyasına sürgün edildiler. Bu saldırı sırasında kuzeyliler güneylilerden bekledikleri yardımı alamadılar. Güney Yahudilerinin devleti ise mö.530’ye kadar devam ettikten sonra Babilliler tarafından ortadan kaldırıldı ve bunların halkı da Mezopotamya bölgesine sürgün edildiler.

Verimli toprakların ve zengin ticaret yollarının olduğu güney Hazar coğrafyasına sürgün edilen yahudiler, doğalarındaki ticaret ve örgütlenme kabiliyetleri sayesinde bu bölgede etkinleştiler ve çevrelerindeki Ermeni bölgesinin topluluklarını ve batıdan gelen İyon göçmenlerini organize ederek, sonradan Persler olarak anılacak olan Med toplumunu kurdular. Medler, bugün İran olarak bildiğimiz toplumun öncülleri oldu. Bu yahudiler, kendilerini saf ırk yahudiler olarak görüyor ve “aryan“lar olarak adlandırıyordu.

Med Devletinin yönetimini paralel yapılar ile ele geçiren yahudiler, hükümdar Büyük Kiros zamanında, Babil’e sürgün edilen diğer yahudi toplumu sürgünden kurtararak tekrar Kenan’a dönmelerini sağladılar.

Kuzey yahudileri, güneylilere her zaman öfke ve kin beslediler.
Güneyliler Asur saldırıları karşısında kendilerine hiçbir yardımda bulunmamış, hatta Asurlar ile anlaşarak sadece kendilerini kurtarmışlardı. Bu davranış şekli aslında, yahudi karakterine uygun bir davranış şekliydi. Ama Kuzey yahudileri, yani aryanlar, bu kinlerini hiçbir zaman unutmadılar. Sadece, Kenan’ın ve Süleyman mabedinin tekrar ayağa kaldırılması için onlardan faydalanmak istiyorlardı.

Aryanlar tarafından kurtarılan Güney yahudileri, Kudüs’e geri döndüler ve mabedi tekrar inşa ettiler. Ne var ki başları dertten hiçbir zaman kurtulmadı. Nihayetinde İsa’dan hemen sonra, dünyanın dört bir yanında sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldılar. Kuzeyden doğu Avrupa’ya göçenleri Aşkenazlar, batıya yönelerek kuzey Afrika üzerinden Batı Avrupa’ya göçenler Sefaradlar, doğuya göçüp Arap yarımadası ile Babil arasındaki coğrafyaya yerleşerek Babil sürgününden kalanlar ile birleşenler ise Mizrahiler olarak bilindi.

Aryan yahudiler, kendilerini hiçbir zaman bir yahudi kolu olarak açık etmediler. Kriptolar olarak büyük bir hızla dünyanın hemen her yönüne dağıldılar… ve güney yahudilerine duydukları kini de asla unutmadılar.

Bugün insan ırkı denilince, genel kabul gören ırk, sadece işte bu kripto aryan yahudileri içermektedir. Diğer yahudiler, bu yahudilerin yanında ikinci sınıf kabul edilmekte, diğer toplumlar ise insan olarak bile kabul edilmemektedir.

Dünyada var olduğu sanılan insan hakları ve uluslararası hukuk gibi genel tanım ve kurallar sadece bu ırkın insan olduğu kabulü üzerinden iş görmektedir. Aydınlanma ve Modernizm gibi akımlar sadece aryan yahudilerinin çıkarları için tesis edilmiş kandırmacalardır.

Ticarete ve örgütlenmeye, kısaca paraya düşkünlüklerine dair ırksal kabiliyetleri sayesinde dünyanın her yerinde stratejik noktaları ellerine geçiren yahudiler, kendilerine destek olacak kesimler de oluşturdular. Yahudi olmayan diğer toplumlardan kendilerine destek olanlara Siyonist denildi. Bunlar, büyük siyon ülküsü için yahudilerin hizmetkarı olarak varlık gösterdiler.

Museviliğin devamı niteliğindeki İsevilik dinini, Siyonizme hizmet üzerine kurulmuş bir sistem olarak yansıtan yahudiler, İsevileri kendi hegemonyalarına alarak onları siyon ülküsü doğrultusunda kullanmakta hiç zorlanmadılar. Muhammedileri ise daha 6.ncı yüzyıldan itibaren ayrıştırarak Siyonist İslam hareketleri başlattılar. Şia ve Haricilik bu ülkü için yahudiler tarafından örgütlenmiş ilk gruplardı. Nitekim 750 yılındaki Emeviler ile Abbasiler arasındaki Zap Suyu Savaşı‘nda, Abbasileri kışkırtarak ve destek olarak, İslam’ı, geçen 100 yıl içinde neredeyse bütün dünyaya başarıyla yaymış olan Emevilere karşı soykırım uyguladılar… hem de beşikteki bebeklere kadar!

Batı ve Doğu kavramları, küresel yahudi tek devletinin oluşmaya başlaması ile birlikte ortaya çıkmıştır. Bugün batı toplumu ve kültürü deyince, yahudiler ve yahudilere hizmette kusur etmeyen siyonistler anlaşılmalıdır. Evrim yoluyla maymundan türeyen insan ırkı ise doğu toplumunu ve kültürünü oluşturmaktadır.

Tek Dünya Devleti

Ülke sınırlarının olmadığı, toplumsal grupların ortadan kalktığı, sözde “eşitlik” üzerine kurulmuş, dünya kaynaklarının tamamının elit bir kesime ait olduğu küresel dünya devleti, tarih boyunca yahudilerin en büyük hayali olmuştur.

Merkantilizm yoluyla dünya ticaretinin nerdeyse tamamını ele geçiren yahudiler, küresel hakimiyet hedeflerine daha 14.ncü yüzyılda ulaşmak üzerelerdi. İspanya ve Portekiz üzerinde kurdukları hakimiyet 1492’de El-Hamra Kararnamesi ile darbe alınca, bu ülkeler üzerinden başlattıkları hamleler için daha önce kovuldukları İngiltere ve Fransa’yı yeniden kullanmaya başladılar. 1494 senesinde Kilise himayesinde imzalanan Tordesillas Antlaşması bile yahudileri durduramadı. İspanya ve Portekiz’in sahip olduğu üstünlük, kendilerine ait değildi. Nitekim o güne kadar, Roma karşısında, barbar toplumlardan ibaret olan İngiltere ve Fransa, yeniden yahudilerin kontrolüne geçtikten sonra, kısa bir zaman içinde denizlerin, silahların ve dünyanın egemeni oluverdiler.

Tek Dünya Devletinin kurulması, ırkçı bir aryan olan Kant’ın büyük hayaliydi. Bugün dünya üzerinde sistemleşmiş bütün uluslararası düzen, Kant ve beraber çalıştığı masonik yapılar vasıtasıyla kurulmuştur.

Kant’ın Aydınlaması, devletlere ve dini itikatlara karşı kesin bir başkaldırıyı, bununla beraber sözde aydınlanmış akıllara (herkes aydınlanamaz!) sorgusuz itaati gerektirir. Kantın Ebedi Barışı, seçkin ırkın hakimiyetini ve güvenliğini esas almakta, terörü ve terörist faaliyetleri elitlerin güvenliği için meşrulaştırmaktadır.

Tek Dünya Devletinin ekonomik argümanları, teorik olarak Taylor tarafından ortaya konulmuş (Taylorizm), Ford ve Toyoda tarafından, üretim bantları şekliyle pratiğe geçirilmiştir. Bugün bu sistem, üretim yönetim sistemi (Manufacturing Execution System, kısaca MES) olarak güncellenmektedir. Bu sistemde, üretime katılan bütün bireyler, yaşam şekillerini tamamen küresel sitemin çıkarları doğrultusunda düzenlemek zorundadır. Haftalık çalışma saatleri de dahil olmak üzere bütün koşullar, toplum faydasına değil sistemin çıkarlarına göre yapılandırılmaktadır. Zira üretim elemanlarının tamamı aynı zamanda tüketim için pazardır. Emperyalist sistem, çayın kuşunu, çayın taşı ile vurmakta kararlıdır.

Bugün, Almanların Yahudilere soykırım uyguladığı zannedilir. Oysa soykırım yapanlar Yahudilerdir, soykırıma uğrayanlar ise Musevilerdir. Bunlar aslında, aryanların kin güttüğü güney yahudileridir. Bu vahşet bile, Tek Dünya Devletinin varlığı ve hakimiyeti için planlanmıştır. Tıpkı 11 Eylül gibi…

Ermenilerin gerçekte bir soykırıma uğramadığını, bu yalanın Türkiye’nin NATO’ya girmesini engellemek için Ruslar tarafından ortaya atıldığını bugün bizzat Ermenilerin ifade ettiği gibi… Holokost’un gerçekte ne olduğu da çok yakında ortaya çıkacaktır.

Günümüzün Tek Dünya Devleti, bütün insanlığı siyasi ve ekonomik olarak esir etmeyi hedefleyen küresel bir yahudi devletidir. Büyük ölçüde başarıya ulaşmış görünmektedir. Asıl hakimiyetini Aydınlanma ve modernite üzerinden kuran bu devlet için en büyük engel, Anadolu Türk Devleti idi. Zihinlerde Osmanlı diye kavramlaştırılan Anadolu Türk Devleti’nin içerden yıkılmasının başarılmasının ardından hiçbir engelleri kalmadı. Bugün hala daha, en büyük korkuları Türklerdir.

Osmanlı Devleti ifadesi, aydınlanma ve tanzimat sonrasında Anadolu Türk Devletini küçültmek/küçümsemek için uydurulmuş ve özellikle yerleştirilmiş bir ifadedir. Anadolu Türk Devleti hiçbir zaman Osmanlı/Ottoman olarak anılmamıştır.

Benzer şekilde, padişah ifadesi de hiçbir zaman kullanılmamıştır. Anadolu Türk Devletinin yöneticilerine “Han” denir. Hanlar, İslam kültüründen temel alan “Sultan” sıfatını da kullanmışlardır. (Sultan Mehmet Han, Sultan Selim Han, Sultan Süleyman Han, Sultan Abdulhamid Han, vb.) Ama onlara hiçbir dönemde pad-ı-şah denilmemiştir. Bu ifade de Osmanlı ifadesi gibi, aydınlanma ve tanzimat sonrasında Türk Hanlarını küçültmek ve hatta aşağılamak için ortaya atılmıştır.

Günümüzde faal olarak devam eden Tek Dünya Devleti, bireyselliği teşvik eder. İnsanların herhangi bir şekilde bir grup ya da toplum oluşturmalarına izin verilmez. Kişilerin özgürlükleri ancak Tek Dünya Devletinin çıkarları için vardır. Türkçede özgürlük olarak kullanılan kavram aslında serbestliktir. Özgürlük/Serbestlik, Tek Dünya Devletinin çıkarlarını muhafaza etmek için gereken toplumsal çatışmaları ve kaos ortamını oluşturmak içindir. Eşitlik ilkesi sözde olarak ortaya konulur ve adalet görmezden gelinir. Eşitlik batınınadalet ise doğunun kavramlarıdır. Eşitlik sözü üzerinden liyakat ortadan kaldırılır.

Toplumun tamamı sürekli olarak gözlem altında tutulmaktadır. Bütün bireysel istekler, tercihler, hedefler her an kontrol edilmektedir. Düşünceler, beğeni ve arzular olabildiğinde Tek Dünya Devleti üzerinden kontrol altında tutulur. Bu uğurda yoğun bir propaganda söz konusudur. Bu propaganda sistemine sadece sanat ve medya/basın değil, aynı zamanda eğitim sistemi de dahildir.

Matbaanın Avrupa’da kullanılmaya başlaması ile kitle iletişiminde büyük bir devrim yaşandı. 50 sene içinde ortaya çıkmaya başlayan ütopik edebi eserler üzerinden Avrupa toplumları, özgürlüğün, eşitliğin ve mutluluğun anahtarı olarak Tek Dünya Devleti ile tanıştırılmaya başlandılar. Bu dönem boyunca, o güne kadar kilise engizisyonunun boyunduruğunda barbarca yaşayan Avrupalı insanlara “umut” aşılandı. İseviliğin “iman, sevgi ve umut” ilkeleri, bezgin toplumlar üzerinde küresel emperyalizmi tesis etmek için kullanışlı bir aparat gibi görünüyordu. Gerçekte engizisyon da bir yahudi planı, bir Tek Dünya Devleti aşaması değil miydi…?

Büyük bir hızla ve en kanlı şekilde hazırlanan “devrim”, 1789’da gerçekleşti. Özgürlük/serbestlik üzerinden motive edilen toplumlar, ulus-devlet modeli üzerinden yurtseverlik boyunduruğuna yönlendiriliyordu. Artık eşitlik, sadece, sınıfsal tabakalar içinde olacaktı. Herkes eşitti, ama bazıları daha eşitti. Eşitlik safsatası üzerinden, ilk aşamada, Tek Dünya Devletinin önündeki Katolik engeller ortadan kaldırılıyordu.

Dünya üzerindeki devletlerin hiçbir siyasi, askeri ve ekonomik egemenliği ve hakimiyeti söz konusu değildir. Devlet yapılanmaları sadece toplumları yönetmek ve Tek Dünya Devletinin gerçek hakimiyetini gizlemek için bir paravan durumundadır. Tek Dünya Devleti, ulus-devletler üzerinden toplumları çok daha kolay ele geçirmektedir.

Uluslararası kurullar ve kuralların tamamı, sadece, küresel emperyalist Tek Dünya Devletinin çıkarlarını korumak, hedeflerine ulaşmasını sağlamak içindir. Toplumun, toplumsal grupların veya bireylerin hiçbir hakkı veya hukuku söz konusu değildir. İnsan hakları, barış, özgürlük gibi süslü kavramlar, sadece ve ancak Tek Dünya Devletinin çıkarları doğrultusunda öne sürülen göstermelik argümanlardır.